Her günün her saniyesi triyajdayız
Spoiler uyarısı — ilk olarak kabaca bir özet edinmek istemiyorsanız önce bölümü dinleyebilirsiniz.
RadioLab’ın “Playing God” bölümünü çok beğendim.
Konu triyaj, yani acil tıpta farklı hastalara öncelik atama pratiği. Bu açıdan bakıldığında triyaj, sınırlı kaynakların pay edilmesi anlamına da geliyor. Bölümde triyaj ender görülen bir olgu olarak ele alınıyor — hatta tıbbi triyaj protokollerinin ABD’de Katrina Kasırgası’na dek pek ciddiye alınmadığını söylüyor — fakat triyaj hiç de ender görülen bir olgu değil. Aldığımız her kararda triyajda bulunuyoruz.
“Playing God”da çarpıcı hikâyelere yer veriyorlar; bilhassa New Orleans’ta bir hastanenin, Katrina Kasırgası sırasında elektrikler kesildikten sonra yalnızca birkaç gün içerisinde cehenneme döndüğü hikâye. New York Times’dan Sheri Fink, Five Days at Memorial adlı kitabında anlattığı olaylar üzerine konuşuyor. Olaya dair yakın detayları hazmetmek güç. Hastane personeli, yoğun bakım ünitesini tahliye ettikten sonra, kalan hastaları tahliye için sıraya koymak durumunda kalmış; hastaları transfer etmek, hele ki asansörler yokken, çok yorucu bir iş ve helikopterler ile tekneler hastaları götürmek için düzensiz aralıklarla gelebiliyorlar. Lağım hastanenin içine dolmaya başlıyor ve aşırı sıcaklık nedeniyle bazı hastalar ve evcil hayvanlar nöbet geçirmeye başlıyor.
Bu sırada hastane personeli haberlerde, şehirdeki yağma ve kanunsuzluğa dair abartılı ihbarları duyuyor. Bazı hastane çalışanları, başka bir seçenekleri kalmadığını düşünerek, en kötü durumdaki (ve tahliyesi en zor olacak) hastalara ötenazi uygulamanın en merhametli seçenek olabileceğini düşünmeye başlıyor. Bazı hastalara ötenazi uygulandığı iddia edilse de olaya dahil olan kimse cezaya çarptırılmadı. Trajik olan şudur ki olası ölümler, kurtarma araçlarının döndüğü gün gerçekleşmiş.
Hikâyenin özünde hastane personelinin, triyaj mantığına teslim olarak “Tanrıyı oynamaya” giden tehlikeli bir yola sapmış olduğu yatıyor. Bölümün devamında, insanlar bu tür badire anlarında kendi yargılarına bel bağlamak zorunda kalmasın diye triyajın resmiyete dökülmesi konusu tartışılıyor. (Faydacı triyaj konuşuluyor ve konuşmacıların ne kadar hoşlanmadığını duyar gibi oluyorsunuz.) Bakıcıların vicdanına dair endişeler sıklıkla ana gündem konusu olsa da kimse bunun ne kadar bencil olduğuna değinmiyor. Bölüm boyunca triyaj son derece sevimsizce tasvir ediliyor; sanki bu seçimi yapmak zorunda kalan insanlar kendilerini o durumda buldukları için suçluymuş gibi.
Fakat bana bu yazıyı yazdıran son hikâyeydi. Konuk muhabir Sheri Fink, Haiti’de Amerika’nın yönettiği bir afetle mücadele hastanesinde tanıştığı bir kadını anlatıyor. Nathalie orta yaşlı ve tatlı bir kadın; nefes zorluğu şikayetiyle hastaneye gittiği için kurtulmuş. Deprem olduğunda tüm ailesi evdeymiş; ev yıkılmış ve hepsi ölmüş. Nathalie güçlü durmaya çalışıyordu, yaşadığına şükrediyordu ve aldığı bakıma duyduğu minneti dışavuruyordu.
Fakat sorun bitmiyordu. Nathalie’nin oksijene ihtiyacı vardı ve hastanede (aslında ülkede) yeterince oksijen yoktu. Kalp yetmezliği olduğundan, triyaj hemşireleri daha fazla oksijen almamasına ve Haitililerin yönettiği yerel bir hastaneye — büyük olasılıkla ölmek üzere — transfer edilmesine karar verdi. Fink bu kararı alan hemşirenin Nathalie’yle hiç tanışmadığını (tanışsa bir etkisi olur muydu) kederle anlatıyor.
Fink, yeni hastaneye giderken Nathalie ile birlikte ambulansa biniyor. Öksürüyor, tıksırıyor fakat hiç oksijen desteği alamıyor. Fink’in kalbi dayanamıyor. Nathalie, Haiti hastanesine vardığında zeki bir doktor, akciğerlerindeki kanı boşaltmak için elinden geleni yapıyor ve bu krizi oksijen desteği almadan atlatabilmesini sağlıyor.
Hikâye, asla seçim yapmak zorunda kalmama fantezisini — yani seçmeyi kabullenmenin hâlihazırda ileri gitmek olduğu düşüncesini — Fink açısından perçinliyor. Fink, Nathalie’nin hikâyesinden o kadar etkilenmiş ki ABD’ye gelebilmesi için insani vize almasına yardımcı olmuş. Nathalie’nin kalp nakline ihtiyacı olduğu ortaya çıkmış ve nakil yapılamadan hayatını kaybetmiş. Fakat, Fink’e göre, o hastanede tanıştığı herkese çok iyi davranmıştı; Haiti’deki diğer hastalar için yardım toplamaya bile girişmişti. Peki, olası her şansı hak etmediğini söylemek doktorların işi miyid?
Tabii bu, doğru soru değil. Nathalie tabii ki her şansı hak ediyordu. Kimse kalp yetmezliği yaşamamalı. Fakat Nathalie ihtiyaç duyduğu oksijeni, o hastanede aynı ihtiyaca sahip diğer hastalardan daha mı çok hak ediyordu? Hayır. Nathalie’nin hayatta kaldığı süre, doktorların oksijeni dikkatle kullanarak diğer hastalara verebileceği daha fazla zamandan daha mı önemliydi? Kesinlikle hayır.
Bölümün hiçbir noktasında triyajdan yararlananlara değinilmedi. Hastane personelinin zor ama kararlı bir hareketle kaç kişiyi daha kurtardığını ölçmek için bir girişimde bulunulmadı. Nathalie olmasaydı o durumda kimin ölmesi gerektiğine dair bir tartışma yapılmadı — önünde sağlıklı çok yılı bulunan biri mi? Aynı oksijen miktarıyla kurtarılabilecek iki kişi mi? Olan tek şey kimsenin ölmemesi gerektiği fikri. Kurtarılan ek hayatlar için minnet duyulmuyor — yalnızca kayıptan kaçma var. Bırakın Fink’in, eğer tanışsaydı, herhangi başka bir hastanın ölmesini de istemeyeceği gerçeğini, insanlarla bizzat tanışmamızdan bağımsız, herkesin önemli olduğu gerçeğine bile değinilmiyor.
Bilinçli triyaj sayesinde daha iyi seçimler yapmak “Tanrıyı oynamaksa” eylemlerimizin etkilerinin sorumluluğundan elimizi gamsızca çekmek de öyle olmalı. Her iki seçim de birilerinin yaşaması ve birilerinin ölmesine izin veren seçimler. Tek fark, triyajı benimseyen kişinin, neticeyi geliştirmek için kendi beynini kullanma fırsatı olması. Sınırlı kaynağa ulaşamayan kişinin acısı, sırf siz bizzat tanıklık etmediğiniz için değer kaybetmiyor. Fink, Nathalie’nin acısını gördüğünde yapacağı tek çıkarım durumun ciddiyeti olmalıydı; hem Nathalie hem de oksijene ulaşanlar için.
Bunun zor olduğunu, görmediğimiz insanlara kıyasla gördüklerimizi daha fazla önemsemeye içgüdüsel biçimde daima meyilli olacağımızı biliyorum. Fink’in Nathalie’ye duyduğu yoğun hislerde utanılacak bir şey yok. Şefkatin önemli bir unsuru bu duygular. Fakat, kendi duygularınızın ötesini göremediğiniz için, gerekenden daha fazla insanın acı çekmesine ve ölmesine izin vermek çok utanç verici olmalı. Paul Bloom dar empatinin bu türüne karşı çıkıyor.
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan tümüyle önlenebilir sebeplerden ölüyor. Bunun gözümüzün önünde gerçekleşmesi neyi değiştirirdi? Var olduklarını biliyorsunuz. Onlar da hissettikleri acıyı biliyor. Yoksulluk büyük bir sebep, yılda kişi başı birkaç peniyle iyileştirilebilecek tropik hastalıkların göz ardı edilmesiyle bir diğeri. Yokluğunu fark etmeyeceğiniz miktarda parayla, evinizi iyileştirmeye ya da aksiyon figürler koleksiyonu yapmaya harcamak yerine şu mücadelede kullanmak üzere ayırsanız, birçok hayat kurtarıyor olabilirdiniz. Aldığımız her karar, yardım edebileceğimiz birçok başka insanın da yaşamını ilgilendiriyor.
Hep triyaj hâlindeyiz. Bir gün herkesi kurtarabileceğimizi, içtenlikle, umuyorum. O güne dek, kaynaklarımızın tahsisini yaparken ölüm kalım kararları vermiyormuş gibi davranmak sorumsuzca olur. Seçimimiz yokmuş gibi davranmak kararlarımızı ancak daha kötü kılar.
Bu çalışma Creative Commons Attribution 4.0 International License ile lisanslıdır.